Sunday, October 17, 2010
TRAFİKTEKİ GİDİŞATA SESSİZ KALAMAYIZ
Yetkilileri sanırım benden fazla eleştiren yok, hem de yıllardan beridir. Ama yetkililer gereken ilgiyi göstermiyor diye, hayatımızı tehlikeye mi atalım veya başkalarının hayatıyla mı oynayalım? Eğri oturup doğru konuşalım: Yetkililerin trafik sorununu hafife aldıkları ve layıkıyle ilgilenmedikleri bir gerçek, bu geçmiş yönetimler için de geçerli. Ya sürücüler olarak bizler üzerimize düşeni yaptığımızı iddia edebilir miyiz? Bir yerde bu özeleştiriyi de yapmamız lazım. Kendi hatalarımızı da kabul etmezsek bir yere varmamız mümkün olmaz. Evet, devlet vatandaşın canını korumak zorunda. Ama can bizim canımız, bunu korumak en çok da bize düşer. Devlet yeterince koruyamıyor işte, var mı ötesi? İlgililer de sorumluluklarını ihmal ediyor bizler de.
Örgütlü bir tepkiye gelince: Hükümet üç kuruşluk hayat pahalılığını gününde vermedi veya az verdi, yahut ek mesailer ödenmedi veya kısıtlandı diye günlerce grev ve eylemler yaparak yollara döküldük. Hayvancıların, çiftçilerin yahut öteki örgütlerin tepkilerini saymıyorum bile. Yolları kapattık, hastaneleri kapattık, polisle kavga ettik, malesef Meclisi bile taşladık. Ama hepimizin hayatını ilgilendiren trafik konusunda kılımızı bile kıpırdatmadık, yasal çerçevede topluca bir tepki ortaya koyamadık. Tepki sadece yetkililer için değil biz sürücüler için de olmalıdır. En değerli hak olan yaşam hakkımız tehlike altında. Böyle olduğu halde olayları uzaktan seyretmeyi ve kahve konuşmasıyla geçiştirmeyi tercih ettik, sanki ayni çarkın içinde değilmişiz gibi. Zamanında örgütlü kitle tepkisi olsaydı trafik bu gün bu noktada olmazdı. Sürücüler de aileler de bilgilendirilip uyarılacaktı, yetkililer de sorunu öyle hafife alamayacaklardı. Kazalarda hayatlarını kaybedenlerin bir çoğu bu gün ailelerinin yanında olacaktı.
Dört beş ay kadar önce bir Pazar sabahı mahalledeki markette gazetedeki ölümlü kaza haberi hakkında kasiyer bayanla konuşurken içeriye giren bir hanım endişeyle ve heyecanla ‘Gene kaza mı oldu? Birileri mi öldü? Nedir yahu bu hal her Allahın günü? Artık gazetelere bakamaz olduk. Yok, bundan sonra gazete almayacağım, gına geldi artık’ diyerek adeta isyan etti. O günden bu güne ne değişti ki? Aynı hamam aynı tas devam etti. Daha nice hayatlar söndü, nice ocaklara ateş düştü. Ne yazık ki hala daha düşmeye devam ediyor.
Trafiğin gidişatından memnun olan kimse yok. Sanırım bıçak kemiği deldi de geçti bile. Sesler giderek yükseliyor ama ortada belli bir muhatap yok. O nedenle sesler havada kalıyor. Şimdi anladınız mı niye benim yıllardan beri onlarca defa, ‘trafikten sorumlu kimdir?’ diye sürekli yazıp sorduğumu? İşte bunun içindi, kime hesap soracağımızı bilmek içindi. Zira bu günlerin gümbür gümbür geleceğini tahmin ediyordum. O yüzden sürekli yazdım.
Trafikte otorite boşluğu olduğu ortada. Halk gayet tedirgin ve öfkeli, adeta patlamaya hazır bir bomba haline geldi. Ya hayatlarını kaybedenlerin aileleri ne durumda? Halkta ve sivil toplum örgütlerinde sadece organizasyon eksikliği var. Tüm kesimler olarak bir gün bile biraraya gelip bu trafik belasına karşı tepkimizi ortaya koyamadık, yetkilileri, sürücüleri, aileleri, gençleri, kendimizi uyaramadık. İstenirse bu gibi etkinliği sendikalar ve sivil toplum örgütleri gayet iyi organize edebilir. İnsan hayatı, hayat pahalılığı veya ek mesaiden yahut et veya arpa fiyatlarından daha önemli ise tabii.
Trafikteki bu kötü gidişata sessiz kalamayız, mutlaka önünü kesmemiz lazım. Aksi halde sıramızı beklemiş olacağız. Zira bu gidişat, iyi bir gidişat değil.
Fikret ŞANAL.
Brüksel.
25.9.2O1O
Sunday, September 19, 2010
TRAFİK ARTIK EMİN ELLERDE –Mİ ?
Bu arada, gözümüz aydın! Ülkemizde de trafikle ilgili girişimler var. Bundan böyle trafikte kimsenin burnu bile kanamayacak hatta şikayet dahi söz konusu olmayacak. Trafik eğitim parkı adeta can simidi gibi imdada yetişti. Yetkililer herhalde trafik sorununa son noktayı koymak için bu yerin işletmesini Trafik Kazalarını Önleme Derneği’ne vermeyi düşünmüşler. Bu parkı yapanlardan da, yaptıranlardan da, ön ayak olanlardan da Allah razı olsun. Tabii işletecek olanlardan da.
Eeee söz konusu derneği yetkilerle donatırlar artık. Herkes müsterih olsun, artık kaza maza yok. Neydi o haller, yok evlere girildi, yok bankaya girdi, yok tarlaya uçtu, yok şehir içinde takla attı, yok refüjden zıplayıp karşı şeride geçti, yok kaldırımdakileri çiğnedi – yağma yok artık. İnsanlar buraya akın edip trafik konusunda gerekli bilgileri alacaklar. Örneğin alkollü veya süratli araç kullanmanın veya kırmızı ışıkta geçmenin tehlikeli suçlar olduğu öğretilecek. Kimbilir belki de şoför okullarına bile gerek kalmayacak. Bu kazaları madem ki devlet önleyemedi, Trafik Kazalarını Önleme Derneği önleyecek, adı üstünde zaten. Hade hayırlısı diyelim.
Bu parkın girişine de yüksekce bir kaide üzerine hurda bir araba kondu mu bu iş tamam. Hele küçük öğrencilere de şimdiden, beş altı yıl önce bir ilkokulun avlusunda yapıldığı gibi sürücü dersleri de verilirse mesele kalmaz. Belki de burası her gün dolup taşacaktır, kimbilir randevuya veya vardiyaya bile gereksinim duyulacaktır. Bu park bir an önce faaliyete geçsin, bari Lefkoşa olsun bu dertten kurtulsun. Öteki bölgelere Allah kerim.
Vatandaş, özellikle trafikte sorumlu olarak karşısında devletin resmi organlarını ve icabında hesap sorabileceği resmi bir makamı görmek ister. Ama madem ki yetkililer böyle karar verdi öyle olsun. Trafik konusu, felsefe, mantık veya coğrafya dersine benzemez, bunlar insan yaşamında tam olarak bilinmese de olur, ama trafikte böyle bir olasılığa asla yer yoktur. En ufak bir eksiklik veya hata insan hayatına mal olabilir. Ben halen trafiğe olan duyarsızlığın ve sorumsuzluğun, aynı zamanda trafik konusundaki ciddiyetsizliğin devam ettiğini, bunun yanı sıra insan hayatına gereken önemin verilmediğini düşünüyorum. Bu parkın devlet tarafından işletilmesinin ve ihtiyaca göre ilgili sivil toplum örgütlerinden de destek alınmasının daha etkili, daha faydalı ve daha doğru olduğunu düşünüyorum.
Trafiğin her saniyesinde insan hayatı söz konusudur. Trafik büyük sorumluluk ve ciddiyet ister. Bu konuda polisin de görüşleri var mı yok mu bilmiyorum ama herhalde bu aralar onların işi başlarından aşkın, dava açmakla meşguller.
Trafik kazaları artık son bulacağına ve trafik emin ellerde olacağına göre, sanırım bundan sonra trafik konusunda daha fazla yazmaya gerek yok – her şey yoluna gireceğine göre! Sayın Ali Baturay, koca Nasrettin Hoca göle mayayı tutturamadı, bu sefer belki de bizimkiler tutturur veya sıfır kriminal olay açıklaması gibi bu sefer de sıfır trafik kazası açıklaması gelebilir mi acaba, ne dersiniz?
Merak ettiğim bir husus vardır. Bu trafik eğitim parkının işletilmesi, söz konusu derneğe neye dayanarak veriliyor? Bir derneğin trafikte yetkisi ve yasalar önünde sorumluluğu ne olabilir ki? Yok trafik sıradan basit bir konu gibi görülüyorsa o başka mesele.
Bugüne kadar trafiğin emin ellerde olmadığı ortada. Bundan sonra nasıl olacağını hep birlikte göreceğiz.
Fikret ŞANAL.
Brüksel.
19.09.2010
TRAFİK NE YAZIK Kİ KANLA BESLENİYOR.
Otokoruluklarının olmaması nedeniyle son günlerde iki kişi hayatını kaybetti. Otokoruluklar henüz ihale safhasında - biraz geç kalınmadı mı? Trafik mazeret dinlemiyor, kim verecek bunun hesabını? Neyse soran olmadıktan sonra mesele yok. Açıklanan önlemlerin trafik kazalarını önleyeceğini hiç sanmıyorum. Önemli olan kazaların önüne geçmektir, toslayacaksa otokoruluklarına toslasın mantığı değil. Koskoca trafik levhalarını görüp aldırış etmeyenler yoldaki yazılara mı aldırış edecek? Trafik Eğitim Parkı’na gelince, adı Kültür Eğitim Parkı olsaydı ve bu amaca yönelik olsaydı daha iyi olurdu kanısındayım. Mesele, trafik kurallarını öğretmekten ziyade bunlara riayet etmeyi öğretebilmektir. İnşallah ters etki yapmaz ve bir şeyler öğrendiğini sananlar, gece evdeki arabanın anahtarlarını kapıp yollara düşmezler. Trafik Eğitim Parkı konusuna ileride ayrıca değineceğim. Zira söz konusu olan insan hayatıdır, başka şeye benzemez.. Bu eğitim parkı konusu haliyle, şoför okulları ile ehliyet sınav müfettişliğine bir soru işareti koymuştur.
Yalnız merak ettiğim bazı hususlar da vardır: Bu yeni önlemlerin şehir içinde araçların takla atmasını, araçların dükkanlara, avlulara, havuzlara girmesini, yaya geçidinde insanların çiğnenmesini nasıl önleyecekleri, ve trafik konusunda bünyesinde deneyimli müdürlerin ve uzman kişilerin bulunduğu Emekli Polisler Derneğinden yararlanmaktan inadına neden kaçınıldığı gibi. Bir de Mağusa Hastanesi karşısında Salamis Yolundaki otobüs durağı önüne dört yıla yakın bir süreden beri çizilmeyen yaya geçidinin ne zaman çizileceğidir.
Ben ve benim düşüncemde olanlar yıllardır yazıyoruz, meğer boşuna zaman harcamışız. Trafiği yönettiğini sananlarla görüşlerimiz, yaklaşımlarımız, tesbitlerimiz farklı. Yıllardır aynı yalelliyi tutturdular gidiyorlar, bildiklerini okuyorlar, kimseye aldırdıkları yok. Vallahi kimler olduğunu bilmiyorum, bir karmaşadır gidiyor, sorumlular kurdela kesenler mi, beyanat verenler mi, geri planda duranlar mı, polis mi ( neyse polisten söz etmeyelim, orada kaynayan bir kazan var zaten ) bilemedik gitti. Havanda su dövüp dövmedikleri yakında anlaşılır, daha önce olduğu gibi. Bu mayanın da ötekiler gibi tutmayacağı belli de, halk hesabı kimden soracak o belli değil. Halk hesap soracak noktaya gelebilirse ve hesap soracak kişi veya merci bulabilirse tabii.
Yakın zamanda Girne’de bir genç kız, sonrasında Girne Boğaz’da başka bir masum, geçen hafta Dipkarpaz’da başka genç bir kız trafiğe kurban gitti. Bu böylece sürüp gidiyor. Anlaşılan halk daha o noktaya gelmedi, yani hesap sorma noktasına. Sn. Milletvekilleri, bu halk size güvenerek Meclise gönderdi, korumanız için canını emanet etti. Çıkınız kürsüye konuşunuz bu halkın temsilcileri olarak, bu iş nereye varacak, ne kadar sürecek? Meclis soruşturması açılsın, insan hayatının bu kadar ucuz olmadığını haykırınız. Trafik politikası devlet - hükümet politikası mı, yoksa dernek politikası mı ?
Altı haftadan beridir Brüksel’deyim, bu arada Almanya, Hollanda, Fransa ve İtalya’yı gezme fırsatı buldum. Gezip eğleneceğime, o havaya adapte olup o muhteşem güzelliklerin tadını çıkaracağıma yürüdüm durdum hep trafiği düşündüm inceledim. Kafam sürekli bunlarla meşgul oldu, bir türlü atamadım aklımdan. Üstelik trafik hususunda artık yazmayacağıma karar verdiğim halde. Ama Sn Ali Baturay’ı geçen haftaki yazısından dolayı tebrik etmek için arayıp sohbet ettikten sonra yazmaya karar verdim, belki bir işe yarar diye - en azından vatandaş açısından.
Niyetim bu olağanüstü yerlerden ilginç notlar aktarmaktı, ama ne yazık ki ülkemizde yaşanan trafik felaketlerini duydukça insanın başka şeyler yazması gelmiyor içinden. Oralarda alt yapılar, üst yapılar, tüneller, her türlü amaca yönelik çeşitli trafik ve bilgilendirici işaretler vs her şey muntazam, adeta kurulu saat gibi işliyor. O yollarda arabalar, motosikletler, yüzbinlerce insan sel gibi akıp güven içinde giderken insan hayatına verilen önem ön sırada yer alıyor. Bizde yaya geçidinde, kaldırım dışındaki boş arazide insanlar çiğnenir, şehir içinde arabalarla takla atılır, avlulara, evlere, havuzlara girilir, refüjlerden sıçrayarak karşı şeride geçilir. Sözünü ettiğim ülkelerde trafik yasalara ve insanlara saygı ile, sabır ile, hoşgörü ile beslenip hayat buluyor. Bu küçücük ülkede bunu başaramadık, ne halk ne de idare olarak. Bu değerleri trafiğe ve dolayısıyle de sosyal yaşama kazandırmak durumundayız. Bu kadar aciz bu kadar geri miyiz? Gerek halk ve gerekse de idare olarak birlikte hareket edip bunu başarmak ve akan kanı durdurmak zorundayız, başka yolu yok. Zira sorun hepimizin sorunudur. Neden bizde trafik sözü edilen değerlerle değil de kanla beslenerek, genç yaşlı çocuk demeden zamansız alıp götürüyor, vampirmiş gibi? Herkesin Ramazan Bayramını kutlar, sağlıklı güzel günler dilerim.
Fikret ŞANAL. Brüksel.
08.09.2010
POLİSTE TERFİLER, NAKİLLER
Eskiden yapılan terfi veya nakillerde hiç haksızlık yok muydu? Elbette vardı, ama kısa bir süre alçak sesle dedikodu yapılır, geçer giderdi. Kısacası kol kırılır yen içinde kalırdı. Şimdilerde halkın diline düştü, güncel konu oldu. Nedense son zamanlarda her terfi ve nakilde bu tartışmalar alevleniyor. Bu hem Polis teşkilatının hem de halkın zarar görmesine neden olmaktadır. Polisin sivil otoriteye bağlanması gerektiği yıllardan beri söylenir. Devlet kurumları arasında ayakta kalabilenlerin başında Polis teşkilatı gelmektedir. Sivile bağlandığı takdirde ne duruma gelebileceğini burada yazmama gerek yok sanırım. Parmağımızın arkasına saklanarak bir yere varamayız. Tecrübeler açıkca ortada. Polisin sivile bağlanması durumunda zannedersem iktidar değiştikçe müşavirler ordusunun yanında bir de polis subayları ordusu yer alacaktır. ‘O benim partimdendir’ ‘bu senin partindendir’ denilerek polis iş yapamaz hale getirilecektir.
Bizim dönemin ve bizden önceki dönemin polislerin yaşadığı zorlukları ve çektiği sıkıntıları yazalım desek sayfalar sığmaz. Ama bu, aynı sıkıntıların tekrardan yaşanması gerekir demek değildir. Elbette daha güzel daha çağdaş bir ortamın yaratılması gereklidir. Bu açıdan bu güzide kuruluşumuzun daha iyi noktalara taşınması için herkese görevler düşmektedir. Bu nedenle yıkıcı, kışkırtıcı söylem veya eylemlerden kaçınılması, sorunları varsa kendi bünyesinde çözümlemesi daha yararlı olur inancındayım. Bunu başaracaklarından kuşkum yoktur. O yüzden üst kademenin, iddiaları etkisiz kılmak açısından öncelikle teşkilat içinde hakkaniyeti sağlayacaklarına, bu suretle hiç bir eleştiriye fırsat vermeyeceklerine ve yakın zamanda Mahkeme kararları sonrasında ortaya çıkan imajı silip ortadan kaldıracaklarına ve yenilerine fırsat vermeyeceklerine inanıyorum. Aksi halde teşkilat, adaleti savunduğunu halka inandırmakta biraz zorlanır. Bu teşkilatı olsun yıpratmamak lazım, zira hepimize gereklidir. Polisin her zaman saygınlığını koruması ve devam ettirmesi gerekir. Son zamanlardaki huzursuzlukların ve buna paralel olarak yaşanan gelişmelerin ne yazık ki teşkilatın zedelenmesine yol açtığı bir gerçek O açıdan bunun telafisi için tüm teşkilata görev düşmektedir. Umarım bundan sonra bu gibi satırları yazmaya ne ben ne de diğerleri gereksinim duyar.
Polis teşkilatımıza, her zaman olduğu gibi birlik ve beraberlik içinde olmaları temennisiyle, daha başarılı daha güzel günler diliyorum.
Fikret ŞANAL.
Brüksel.
20.08.2010
Sunday, August 15, 2010
Sırası Gelmişken (Benzincilerin Grev Haberi)
Az sonra arabalar sağlı sollu akın etti, ne sıra kaldı ne intizam, sonradan gelenler ötekilerin sırasını nasıl keseceğim diye büyük maharetler sergiledi ve büyük bir karmaşa yaşandı. Neticede grev falan olmadı ama bir gece önce ansızın alınan grev kararını nazar-ı dikkate alan halk doğal olarak akın etmek zorunda kaldı. Benim burada irdelemek istediğim konu grevden ziyade insanımızın davranışlarıdır. Sıra yok, saygı yok, sabır yok, nizam intizam yok, ötekinin hakkına saldırı çok, bencillik çok, düşüncesizlik çok. Ben birkaç dakikada oradan ayrılacağım yerde tam otuz yedi dakika sonra ayrıldım. Benim arkamdaki bayan sürücü hala ordaydı. Bu durum trafikle çok yakından bağlantılıdır. İşte dün yaşanan sözünü ettiğim ve gün gibi ortaya çıkan olumsuzlukların aynisi trafikte de yaşamaktadır. Benzin istasyonundaki durum bizim aynamızdır. Öğrendiğim kadarıyla diğer istasyonlarda da aynisi yaşanmıştır, zaten aksini duysam şaşardım. Sonuçta oraya akın edenler, trafikteki sürücülerdir. Dolayısıyla sırasını bekleyen insanlar kendi haklarını nasıl koruyabilirler acaba. Yoksa onlar da mı ötekiler gibi davranmalı, hani derler ya üzüm üzüme baka baka kararır, bizler de üzüm gibi mi olalım yani. Ne yazık ki tüm güzellikler çok gerilerde kaldı, şimdi bizden çok uzak biz de onlardan. Peki tümü de öyle mi diye sorarsanız, elbette değil derim, amma kurular o kadar çok ki arada yanan yaşlar fark edilmez bile…
Medeniyetin ana unsurlarını benimseyip içimize sindiremediğimiz takdirde hiçbir yere varamayız. Ne trafikte düzen sağlanır ne de sosyal yaşamın öteki safhalarında. Bir de tutturduk AB’ye girelim. Hade girelim ama bu halde nasıl gireriz ki, (üstelik hangi statüde, neyse siyasi boyutuna girmeyelim) haa girdikten sonra gereğini yaparız, düzeltiriz deniyorsa, peki neden şimdi yapmıyoruz acaba. Bir engel mi var? Avrupa ülkelerine gidenler gayet iyi bilirler oralarda sıra, saygı, nizam – intizam nasıldır diye. Dünyanın çeşitli ülkelerinden hatta en geri kalmış ülkelerinden giden insanların nasıl adapte olduklarını bir görseler. Biz burada küçücük bir ülkede hem de eğitim düzeyi gayet yüksek olduğu halde bir türlü bunu başaramıyoruz, övündüğümüzde de bir harmanlık yer isteriz. Sebebi ne acaba? Şimdi bu yazıyı okuyanların bir kısmının belki de canı sıkılacak, bir kısmı da doğrudur diyecek. Tabii canı sıkılacak olanlar okuyacaksa o ayrı mesele. Benzin kuyruğundan başladık nerelere geldik. Sırası gelmişken diye başlık da attık, belki de sırası gelip de çoktan geçmiş bile. O tür kuyruklardan ve kuyruklarda yaşanan kargaşalardan memnun isek ayni yola devam. Yarın Brüksel’e gidiyorum, sıra, saygı, hoşgörü, sabır, düzen olan bir yere. Ama daha şimdiden özlemeye başladım ülkemi. Eee ne de olmasa vatanım. Ne atılır ne satılır. Ne kadar düzensizlik ve kargaşa olsa dahi. Unutmayalım ki Kıbrıs Türk halkı tarihinin hiçbir döneminde bu refah düzeyini hiçbir zaman yaşamadı, hayal bile edemezdi. Üstelik hür bir şekilde ve Anavatanın güvencesinde. Bir şeyi sindiremiyorum Anavatanımıza dil uzatılmasını ve devletimizin yıpratılmaya çalışılmasını. Öteki olumsuzluklara alışmaya çalışıyorum, üzümüme baka baka. Şükretmeyi bir öğrenebilsek sırası gelmişken.
FİKRET ŞANAL
Gazi Mağusa
1 Ağustos 2010
Friday, August 13, 2010
Yeni Yol Açılımı / Gözlerden Kaçan
Lefkoşa – Güzelyurt anayolunun üçüncü etabı geçtiğimiz günlerde törenle açıldı. Hayırlısı olsun diyoruz. Törende kurdeleyi kesecek yetkililer maşallah yola sığmadı, bazı bakanlar ikinci sırada kaldı. Bir de bu yolların kana bulanmasını önleyecek gerekli tedbirleri almak için sıraya girseler daha iyi olacak. İnşallah bu yol ötekilere benzemez.
Ben yine de trafik kazaları açısından şansın bizden yana olduğunu düşünüyorum. Baksanıza her gün yaşanan ve üç dört takla atıp dört teker havada olmak üzere durabilen araçlardan burnu dahi kanamadan çıkan sürücülerin olduğu dikkate alınırsa. Bu büyük bir şans. Şansımız her zaman bizden yana olsun diyorum ama takla atmadan. Kazaların önlenmesi için gerekli önlemler yeterince alınmıyor diye ille de takla atmaya hiç gerek yok. Birinci önlemi sürücüler almalı, zoraki değil gönlünce almalı. İyiyi, güzeli, doğruyu bulmak bizim elimizde, başkalarına neden ihtiyaç duyalım ki. Doğrusu da bu değil mi sayın sürücüler. Gelin hep birlikte bu trafik belasından kurtulalım, zor bir şey değil, biraz saygı, biraz sabır, biraz hoşgörü ile trafik kurallarına uyalım, hepsi bu. Hadi kazasız günler.
Medya Başarı Ödülleri
Her yıl Medya Başarı Ödülleri törenle sahiplerine veriliyor. Geçtiğimiz günlerde de verildi. Ben diyorum ki bu ülkede yıllarca gazetelerde yazılar yazan amatörler de vardır, hem de hiçbir karşılık beklemeden. Yazıları da herkesçe okunur, aranır, takdir edilir ve sürekli yazması da istenir halk tarafından. Birçoğunun yazıları da bir çok köşe yazarınınkinden daha çok okunur. Hem tarafsız, hem açık ve dobra dobra. Öteki kesimde tarafsız bulmak hayli zor da o yüzden. Bu ödüller bir bakıma teşvik niteliğinde olduğu nazar-ı dikkate alınırsa bu kesimde de teşvik açısından değer verilmesi neden düşünülmüyor acaba? Kimse merak etmesin, bu amatörlerin kimsenin köşesini kapma diye bir düşüncesi de yok, niyeti de.
Barış ve Özgürlük Kutlamalarında Gözlerden Kaçan
Kutlamalara CHP Genel Başkanı Sn. Kemal Kılıçdaroğlu iki Milletvekili ile katıldı. Bu vekillerden birisi Kıbrıs kökenli aslen Baf – Gündoğdu (Antroliku) doğumlu, küçük yaşlarda ailesiyle Mağusa’nın Sakarya bölgesine yerleşmiş, Namık Kemal Lisesi’ni bitirdikten ve mücahitlik görevini yaptıktan sonra İstanbul’da Tıp eğitimini tamamlayarak orada evlenmiş ve oraya yerleşmiş, Kasım 1965 Mağusa çarpışmalarında bulunmuş, ayni zamanda 22 Temmuz 1974’te Mağusa’da şehit düşen Sakarya’lı Ayhan Niyazi’nin kardeşi Sn. Tansel Barış’tı. BRT, kutlamalar esnasında onlarca zevat ile canlı röportaj yaptığı halde Sn. Barış ile her nedense bunu gerçekleştirmemiştir. Bence bu büyük bir eksiklik ve ihmaldir. Böyle bir anlamlı günde Anavatandaki Kıbrıs kökenli milletvekillerimizin ülkemizi ziyareti sırasında bu ihmalin yapılması kabul edilir bir husus olmasa gerek. İlgili ve yetkililerin bunu değerlendireceklerini umarım. Sn. milletvekili geçen yılki kutlamalara da katılmıştı. Bana göre ihmalden de öte ayıp ettik, dışladık hem de yabancıdan da yabancı gibi. Yazık…
Fikret ŞANAL
Gazimağusa
25 Temmuz 2010
TRAFİKTE NEDEN USLANMIYORUZ?
Neyse biz konumuza dönelim, gazetelerde görüyoruz, trafik canavarı yollarda can almaya devam ediyor, trafik terörü bitmiyor, yollar yine kana bulandı vs diye. Aslında yollarda can alan trafik canavarı değil, bazı istisnai haller dışında kendini dahi düşünemeyen, başkalarına hiç değer vermeyen, ben benim diyen, düşünceden hoşgörüden, sabır ve saygıdan yoksun , kurallara riayet etmeyen ve insan hayatına değer vermeyenlerdir. Küçücük ülkemizde trafik gerçekten tahmin edilenden de söylenenden de kötüdür. Trafiği bu kötü duruma düşüren bizleriz, biz oluşturduğumuza göre, başkalarında suç aramaya ne gerek var. İyi olması da kötü olması da bize bağlı. Yükleniyoruz trafiği yönetenlere. Biz onlarsız yapamaz mıyız? Elbette eleştiriler yapacağız, baskı oluşturacağız ama yeterince önlem alınmıyor veya gerekli düzenlemeler yahut ekinlikler yapılmıyor veya iyi yönetilmiyor diye bizler onlara nisbet olsun diye ne kadar yanlış bir şey varsa yapmak durumunda mıyız? Biz kendimizi kontrol etmekten aciz miyiz? Hayatımızı ve başkalarının hayatlarını heba etmeye veya tehlikeye sokmaya, ne gerek var ki? İyiyi ve doğruyu bulmak için ille de başımızda birilerinin topuzla durması mı gerek ? Biz kendimizi buna mı uyarladık yoksa? Kimimiz düz yolda tarlaya uçarız, kimimiz evlere girer, kimimiz öteki şerite geçer, kimimiz şehir içinde takla atar, kimimiz havuza gireriz ve daha neler neler.
Ehliyet sınavına girerken iğnenin deliği bizi sığıyor ama aldıktan sonra dünyaya sığamıyoruz nedense. Ehliyet almak sorumluluk altına girmek demektir. Hem kendimize karşı hem öteki insanlara karşı hem de yasalara karşı. Her nedense sanki büyük bir yükmüş gibi bu sorumlulukları bir kenara atıp kendi bildiğimizi okuyoruz, sorumsuzca hareket ederek bu günkü noktaya geliyoruz. Trafikte işlenen suçların tamamına yakını bilerek işlenmektedir. Kazalar da bu hataların sonrasında meydana gelmektedir. Elbette kimse bilerek kaza yapmaz, ama bilerek yaptığı kurallara aykırı hareketin sonunda bir trafik kazasına sebep olabileceğini hesaba katmak zorundadır. İşte bu hesap yapılmadığı için ve umursanmadığı için kazalar meydana gelmektedir. Neticede masum olanlar da hatalı olanlar da hayatlarını kaybediyor - yaralanmalar, sakat kalmalar ve maddi hasarlar da cabası. Hiç kimse, suçlu veya suçsuz, başka bir kimsenin zarar görmesini, canından olmasını istemez. O halde? Bundan dolayı bu trafik kazalarının önüne geçilmesi için hepimize düşen görevler vardır. Bunları yaptığımız takdirde kimsenin burnu dahi kanamayacaktır.
Kazaların azalacağı yerde tırmanması hayra alamet değildir, olmadığı da ortada. Bence sorun sosyal ve kültürel bir sorundur. İnsanlığın ana hususlarını uygulamama sorunudur. Düşüncedir, saygıdır, sabırdır, hoşgörüdür, bir tanesi eksikse işler aksıyor demektir. Bakıyorsunuz falan ölümlü kazaya sebep olan kişi şu kadar ay hapse mahkum olmuş, yahu ebedi olsa ne yazar! Giden geri mi gelecek? Birisi ebedi hapis yatacak diye öteki masum kişi hayatından mı olmalı? Her kazanın sonunda yaşanan acıların yanında büyük bir pişmanlık da yaşanıyor. Kaç para, son pişmanlık para etmez. Önemli olan bu son pişmanlığa varmamaktır. Her gün yollarda görüyoruz, yeni kameralar konuyor, ara sokaklara kadar da kasisler döşeniyor. Nereden çıktı bu kasisler, elbette bizim sayemizde. Sürücüler olarak bizler bundan bir mana çıkarmamız lazım. Bu mana ise bence yüzümüzü kızartmaktır. Böyle devam ettiğimiz takdirde yollarda adeta zıplaya zıplaya gideceğiz. Hani biz Avrupalı olacaktık? O yüzden sürücülerin direksiyon başına geçmeden, ehliyet alma sınavına girdikleri anı düşünsünler ve ona göre hareket etsinler. Evden çıkarken akşam yine eve dönmeyi düşünsünler, sağ ayaklarına hakim olsunlar. Hayatlarını başkalarına emanet etmesinler, kendileri sahip çıksınlar. Kendisini emniyete, korumaya alan kişi, mutlak surette başkalarını da korumaya almış demektir.
Yazık oldu, geçen hafta hayatını kaybeden genç kız bu gün neden hayatta olmasındı, ne suçu vardı, bunun bedeli olabilir mi? Tabii diğer kaza kurbanları için de ayni. Durup dururken suçsuz günahsız hayatını kaybetsin inleyerek sızlayarak, öte yandan hatalı sürücü hapse girecekmiş bir süre. Eee hepsi bu mu, mesele bu kadar basit mi? Buna razı olan birisi var mı? O yüzden diyorum ki sürücüler bedeli hiç bir surette karşılanamayacak sonuçlara sebep olabilecek davranışlara girmeden önce iki defa düşünsünler. Kimsenin hayatı sürücülerin ne sağ ayağının altındadır, ne de içki masasındaki şişede. İnsan hayatı bu kadar ucuz olamaz Hiç bir kimse başkasının zamansız ecelini getirmeye hakkı yoktur. Sekiz on yıl önce sanırım ilk olarak ben yazmıştım, ölümlü kazalar artık kaza olmaktan çıkmalı diye, arada araç var diye bir maazeret mi yani ? Hem aracı kullanacaksın sonra da dönüp aracın arkasına saklanacaksın. Hasarla sonuçlanan kazalarda meselenin çoğu hallerde mahkemeye intikal ettirilmeden para cezası ile rapor şeklinde kapatılmasnı, kazaların artmasına başlıca sebeplerden biri olarak görüyorum.
Ben yetmişli yılların başlarında polis olarak çalışırken Sakarya’dan Mağusa’ya kayınpederimin bisikleti ile gidip gelirdim. O yüzden benim yaşlarda olanlar şimdi sahip olduğumuz nimet ve değerlerin kıymetini iyi biliyoruz. Halbuki şimdi gençlerimiz on sekiz yaşına basar basmaz, daha bir kuruş kazanç elde etmeye başlamadan, altlarında son model arabaları buluyorlar. O nedenle tümü değilse bile önemli bir kısmının yollardaki durumu belli. Bu noktada ailelerine büyük görevler düşmektedir. Çocuklarına en güzel uyarıları onlardan başkası yapamaz. Bunu yapmak durumundadırlar, çocuklarını seviyorlarsa ve eğer dizlerini dövmek istemiyorlarsa. Değerli sürücüler, siz işinizi kendiniz yapın, hayatınızı da başkalarının hayatlarını da kendiniz koruyun, sakın ola başkalarına bel bağlamayın, yetkililer şunu yaptı bunu yapmadı diye maazeret üretip bunun arkasına saklanarak hayatı ucuzlatmayın. Onların bu ara yapacak başka önemli işleri var, bir de trafikle mi uğraşacaklar şimdi? O nedenle herkes sağ duyu ile hareket ederek açıkca belli olan doğru yolu bulmalı.Zira yanlışlıkların ve hataların neler olduğu herkesce biliniyor.
Benim son olarak trafik kazalarına tepki olması amacıyla yılda bir defa Pazar günü motorlu araç kullanılmaması için öneride bulunuyorum. Halkımızın buna destek vermesi gayet olumlu sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Böyle bir günde özellikle sürücülerin kendi vicdanlarıyla baş başa kalmaları ve yaşanmış olumsuzluklardan bir ders çıkarmaları yönünde etkili bir başlangıç olabileceğini düşünüyorum. TV kanallarının da gün boyu trafikle ilgili yayınlar yapması faydalı olur kanısındayım. Önce kendimize çeki düzen verirsek, trafik kendiliğinden düzelir. Herkes sorumluluğunu bilmeli ve ona göre hareket etmeli. Tabii yukarılara çıkardıklarımız da.
Fikret ŞANAL.
Brüksel.
.